Bu tabiri kullanmak biraz garip geliyor, ancak benim gibi yaşı 30’un üzerinde olanlar için Nintendo Game Boy’un yeri ayrıdır. Biz 90’larda çocukluğumuzu yaşarken, eğlence için olanaklarımız kısıtlıydı. Aslında belki en güzelini yapıyorduk; sokakta top peşinde koşturuyor ve akşam ezanı okunduktan sonra eve giriyorduk. Zaten ortaokula başlayıncaya kadar hayatım bu şekilde geçtiği için, Nintendo GameBoy ile tanışmam da, bu taşınabilir oyun cihazının Japonya’da ilk kez satışa çıktığı 21 Nisan 1989 tarihinin 4,5 yıl sonrasında oldu.
Game Boy’u ilk kez ortaokula başladığım 1993 yılında, Antalya Koleji’nin yurdunda gördüm. O zamanlar sadece Tetris ya da bugünün Candy Crush’ının atalarını oynamaya izin veren taşınabilir konsollar da moda olmaya başlamıştı. Nintendo Game Boy ise onların en üst seviyesi konumundaydı ve Tetris’i en mükemmel hâliyle oynamaya olanak sağlıyordu. Üstelik oynarken o klasik müziğini de dinlemeye imkan veriyordu. Tabii, o zamanlar Antalya bile henüz taşra, her şeyi istediğiniz zaman bulmak mümkün değil. Bu nedenle Game Boy’u satın alma imkanı da yoktu. Ancak arkadaşlardan ödünç alarak Game Boy’a olan hevesimizi gidermeye çalışıyorduk.
Neyse ki, kendi Game Boy’umun, daha doğrusu Game Boy’umuzun olması uzun sürmedi. 1994’ün sömestir tatilinde Hollanda’ya iş gezisine giden babam, dönüşte bir adet Game Boy getirmişti kardeşimle bana. Tabii ki, içinde oyun yok. Hemen gidip bir hevesle oyun aldık, o da ne bulduysak… Monopoly oyununu almıştık. Aslında masa oyunu olarak epey zevkli olsa da, Game Boy’da pek bir anlamadığımız ve zevk almadığımız bu oyunu değiştirmiş ve en sonunda aradığımız Tetris oyununu bulmuştuk.
Game Boy’un en güzel tarafı, arkasındaki kartuş yuvası sayesinde istenilen oyunu oynamaya imkan sağlamasıydı. Ancak oyunlar o kadar ucuz değildi. En güzeli, bir kartuşta birden fazla oyunun yer aldığı oyun paketlerinden satın almaktı. Piyasada 8, 12, 64 gibi farklı sayıda oyunları barındıran Game Boy kartuşları satılırdı. 1995’te İstanbul’a yaptığımız bir gezide Doğubank’a gitmiş ve bir tane, içinde 12 adet oyun barındıran kartuş satın almıştık.
Game Boy oyun paketlerinin şöyle bir durumu vardı: Eğer içinde daha az oyun varsa, kartuşun fiyatı daha yüksekti. Ancak az oyun barındıran paketlerdeki oyunlar çok daha kaliteli ve zevkliydi. O 12 oyunluk kartuşun içinde Mortal Kombat, Crayon Shin-chan, Tom ve Jerry, Super Mario gibi çok kaliteli oyunlar vardı. Bu kartuşu satın aldıktan sonra kardeşimle Game Boy için sayısız kavga etmişliğimiz vardır.
Bugünün akıllı telefonları ve bunların sunduğu oyun deneyimiyle karşılaştırıldığında, Game Boy çok ilkel kalıyordu. Elimizdeki klasik modelin ekranı sadece grinin 4 tonunu destekliyordu ve yeşile çalardı. Küçük, ancak bunun tersine epey kalındı. Yine de kaliteli bir hoparlörü ve kulaklık çıkışı vardı. Üstelik Game Boy’un da kendi aksesuar ekosistemi mevcuttu. Bizim yoktu, ancak bir çocukta Game Boy’u karanlıkta oynamaya imkan sağlayan aydınlatma aksesuarını görmüştüm. Ekranın yanındaki kırmızı renkli LED lamba sayesinde pilin durumunu anlardık. Çok parlaksa pil seviyesi yüksek demekti. Eğer kırmızı ışığın feri iyice kaçmışsa, pil de bitmek üzere demekti. Oyunun tam da en heyecanlı yerindeyken bitmesin diye kırmızı ışığa endişeli biçimde baktığım çok olmuştu.
Her ne olursa olsun, Game Boy o zamanlar bizim için çok modern ve oyun keyfinin tepesinde bir cihazdı. 1996 ve sonrasında artık yavaş yavaş PC ile tanışıp dikkati oraya kaydırınca, Game Boy’a olan ilgiyi de kaybettik ve bu taşınabilir konsol, evin bir yerlerinde kaybolup gitti. Cep telefonlarının ekranlarının renklenmesi ve Java tabanlı oyunların yavaş yavaş ortaya çıkmasıyla birlikte Game Boy da miadını doldurdu, 2003’te satıştan kaldırıldı.
Sizin Game Boy ile anılarınız var mı? Aşağıdaki yorum bölümünden bizimle paylaşabilirsiniz.