Dün akşamı birçok kişi merakla bekliyordu. Herkesin aklının bir köşesinde “Acaba yeni bir iPhone ile tanışır mıyız?” sorusu olsa da, bunun gerçekleşmeyeceği hem Apple tarafından açıklanmıştı, hem de bunun olacağına dair herhangi bir iz görünmüyordu. Apple WWDC 2011’in duyurusunu yaptığı ve davetiyelerini satışa çıkardığı mart ayı ortalarında bu etkinliğin tamamen yazılım odaklı olacağını belirtmişti. Nitekim beklendiği şekilde de başladı.
Açılış toplantısı Türkiye saatiyle akşam saat 8’de başlıyordu, ben de bu saatte bilgisayarların karşısına geçip farklı ekranlardan farklı kaynakları sürekli takip ettim. Bir yandan da hem Teknoblog Twitter hesabı üzerinden yenilikleri ve önemli notları kısa kısa paylaştım hem de Teknoblog’a yazdığım yazılarla ayrıntıları sıcağı sıcağına aktarmaya çalıştım. Yaklaşık üç saatlik yorucu bir maraton olduğunu söylemeliyim, ancak gördüğüm yenilikler yorgunluğu biraz olsun unutturdu.
Toplantının ilk gündem maddesi olan OS X Lion ile başlayalım. Aslında birçok yeniliği 20 Ekim 2010’daki “Back to the Mac” etkinliğinde görmüştük. Aynı şekilde sonrasında çıkan beta sürümleriyle ilgili izlenimleri bloglardan fazlasıyla takip ettik. WWDC 2011’deki son gösterim niteliğindeydi. OS X Lion ile OS X ve iOS’in arasındaki makas biraz daha kapanmış olacak. Tam ekranda uygulamalar, Launchpad, Mission Control gibi özellikler OS X Lion’ın kullanıcı deneyimini kesinlikle arttıracaktır. OS X Lion’ın güzel tarafı ise sadece 29$’lık fiyatla sunulacak olması. Bu uygun fiyat birçok Mac kullanıcısının OS X Lion’a terfi etmesini teşvik edecektir. Bunun dışında OS X Lion’ın sadece Mac App Store’dan dağıtılacak olması bu yazılım mağazasının kısa sürede tuttuğunun bir başka göstergesi. Zaten Apple’ın paylaştığı istatistikler Mac App Store’un ABD’de bir numaralı yazılım dağıtım noktası olduğunu gösteriyor. OS X Lion gelecek ay çıktığında hemen Mac App Store üzerinden indirip yükseltmeyi yapacağım. İzlenimlerimi Teknoblog üzerinden paylaşacağım.
Aslında OS X Lion’dan çok iOS 5‘in yenilikleri merak ediliyordu, ne de olsa iOS cihazlarının kullanıcı sayısı daha fazla. Dün şu yazıda sıraladığım yenilikleri görünce aklıma iki şey geldi. İlk olarak, iOS 5 ile gelen yeni bildirim sistemini görünce iOS’in Android’e benzemeye başladığını düşündüm. iOS 5 ile gelen bildirim sistemi Android’dekine fazlasıyla benziyor. Bildirim pencerelerinin ekranın üstünden aşağı doğru inmesi, bildirim merkezinin Android’deki gibi ekranın üst kısmındaki çubuğu aşağı doğru indirince açılması akla hemen Android’i getiriyor. Belki de, sadece bildirim sistemine bakarak iOS’in Android’e benzemekte olduğu yargısına varmam ağır kaçabilir, kabul ediyorum. Ama ortada fazlasıyla bir esinlenme olduğu aşikar. Keşke Apple bunu yapmışken Wi-Fi, Bluetooth, mobil genişbant bağlantılarını rahatlıkla açıp kapatmaya yarayacak sanal anahtarları da bildirim ekranının bir kenarına veya ikinci bir sekmeye ekleseydi. Bir ihtimal Apple bunun planlamasını daha sonraki ana sürümler için yapmış olabilir.
İkinci noktaya geleyim. Safari mobil tarayıcısındaki sonra okuma listesi, iMessage, hatırlatıcılar, Twitter entegrasyonu gibi yenilikleri görünce Apple’ın uygulama geliştiricilerinin kısmetine göz diktiğini düşündüm. Safari’deki okuma listesi Instapaper, ReadItLater gibi bu işi gören uygulamaların indirme rakamlarına olumsuz etki yapabilir. Tamam, bu uygulamalar çapraz platform desteğine sahip, yani Android cihazlarına da aynı listeleri taşıyabilirsiniz. Ancak genel için konuşacak olursak, Safari’deki bu yenilik birçok iOS cihaz kullanıcısı için üçüncü parti uygulamaları gereksiz kılacaktır. Oldukça pratik bir uygulama olan iMessage ise WhatsApp Messenger gibi üçüncü parti uygulamaları benzer şekilde olumsuz etkileyecektir. Keza, hatırlatıcılar için de benzer bir durum geçerli. Aslına bakarsanız, bu yenilikler uygulama geliştiricilerinin canını sıkabilir, ancak biz son kullanıcılar için gerçekten iyi yönde gelişmeler. Apple’ın bu yenilikleri işletim sistemine entegre etmesi hem bizi uygulama yüklemekten, hem de para vermekten kurtaracaktır. Biliyorsunuz, WhatsApp Messenger ücretli bir uygulama, Instapaper, ReadItLater da daha fazla özellik için para talep ediyor. Twitter’ın durumu ise biraz farklı. Zannediyorum ki, orada ortak bir çalışma söz konusu. Twitter’ın rızası ve katkısı olmadan bunun gerçekleşeceğini düşünmüyorum. Bununla birlikte bu doğal destek Twitter’a çok fazla şey katacaktır. Düşünsenize, birçok iOS cihazı satılıyor ve hepsinde Twitter doğal olarak var. Bu destek Twitter’ın gelecekte daha fazla rüzgarı arkasına almasını sağlayacaktır.
iOS 5’in çıkışı için sonbahar gibi geniş bir zaman penceresi verildi. Daha önceki büyük iOS sürümlerinin iPhone ile aynı zamanda çıktığını düşünecek olursak beşinci nesil iPhone ile iOS 5’in de aynı zamanda çıkacağını söyleyebiliriz. Ancak geleneklerini birer birer yıkmaya başlayan Apple’ın bu durumu ilerisi için bir tahmin yapmayı zorlaştırıyor. Eğer eylül ayında düzenlenen iPod etkinliğinde yeni iPhone da tanıtılırsa, iOS 5 de gelecek nesil iPhone ile birlikte eylül ayında çıkabilir. Sonbahar yaklaştıkça ortaya daha net bir resmin çıkacağını düşünüyorum.
iOS 5’ten sonra toplantının üçüncü gündem maddesi iCloud çatısı altında sunulan servisler oldu. Apple’ın bulut tabanlı servis planları aylardır biliniyordu. Şirketin Kuzey Carolina’daki veri merkezini bunun için kurmakta olduğu da söyleniyordu. iCloud nereye doğru gittiğimizi göstermesi açısından büyük önem taşıyan bir servis. Herşeyi bulutta, yani internet üzerinden erişilen sunucularda saklamak ve dilediğiniz zaman bunlara erişmek veya başka cihazlara zahmetsizce aktarmak… iCloud’ın temelini bu oluşturuyor. Üstelik Apple iCloud’ın desteklediği uygulama yelpazesini oldukça geniş tutuyor. E-posta mesajları, cihaz yedekleri, fotoğraflar, iWork dokümanları, iTunes kütüphanesindeki şarkılar… Herşey bulutta saklanacak. Üstelik 5 GB’lık alan kullanıcılara ücretsiz olarak sunulacak. Birçok kullanıcı için 5 GB’lık alanın yeterli olacağını düşünüyorum. Ek alana ihtiyaç duyanlar da servisin kullanışlı olduğunu gördükçe ek ödeme yapmayı da göz önünde bulunduracaktır.
Yukarıda belirttiğim gibi iTunes şarkıları da buluttan nasibini alıyor. iTunes in the Cloud ve iTunes Match servisleri sayesinde şarkılar da bulutta saklanacak, hesap altındaki tüm cihazlara kolaylıkla aktarılacak. iTunes’un bulut servislerinin Türkiye’de kullanılıp kullanılmayacağını ise şu noktada kimse bilmiyordur. Malum, iTunes mağazası Türkiye’de aktif değil. Ancak iTunes bulut servislerinin iTunes’tan satın alınmayan şarkıları bile desteklediğini düşünecek olursak, bulut tabanlı servislerden mahrum kalmayacağımızı düşünebiliriz. Aslında iTunes mağazası artık Türkiye’ye de gelse ne güzel olur, değil mi?
WWDC 2011’in açılış toplantısı oldukça uzun ve yoğun geçti. Adeta yenilikler bombardımanıydı, “artık bitse” diye düşünmediğimi söylesem yalan olur. Yine de, tanık olduğum yenilikleri kullanmaya başlamak için can atıyorum. Apple’ın işletim sistemlerinin her yeni sürüm sanki sahip olduğunuz cihazı sanki yeni satın almışsınız havası yaşatıyor, öyle değil mi?