Bu soruya cevabı baştan verelim: “Evet”. Eğer akıllı telefonların ithalatından doğan gümrük vergilerini, bunun üstüne eklenen ÖTV, KDV, kâr marjı gibi diğer etkenleri hesaba katarsanız, Türkiye’de bir akıllı telefon satın almanın yurt dışına göre daha maliyetli olduğunu kabul etmeliyiz. Üstelik iPhone gibi hem üst sınıfa mensup olan hem de talebin yüksek olduğu telefonlara baktığımızda, Türkiye ile yurt dışı arasındaki makasın, tabii ki karşılaştırma yapılan ülkelere göre değişecek şekilde açıldığını görüyoruz.
Ancak biz burada Türkiye’de bulunan tüketicilerin akıllı telefonlara fazla para ödemesiyle ilgilenmiyoruz. Biz bu cihazlara gerçekten hakettikleri değeri ödeyip ödemediğimizle ilgileniyoruz. Bugün amiral gemisi olarak nitelendirilen Android telefonların fiyatları 2000-2300 TL arasında değişirken, iPhone 6’nın fiyatı 2349 TL’den, iPhone 6 Plus’ın fiyatıysa 2649 TL’den başlıyor. Sokağa çıkın ve birkaç kişiyi çevirip sorun, bu fiyatların fazla olduğunu, akıllı telefonun dizüstü bilgisayardan bile daha pahalı olduğunu söyleyecektir.
Özellikle üst sınıf akıllı telefonların fiyatı hakkında değerlendirme yaparken genellikle onların bir telefon olduğunu düşünerek hareket ediyoruz. Bu telefonlar da diğer telefonlar gibi telefon görüşmesi yapma, SMS gönderme, internette gezinme, vb. işleri gerçekleştirmeye olanak sağlıyor. Bunları 1000 TL altı bir telefonla da gerçekleştirmek mümkün; doğru, ancak aynı zevki, deneyimi, verimliliği alır mısınız, orası tartışılır.
2000 TL’nin üstünde fiyata sahip olan akıllı telefonları aslında bir telefondan çok mobil bilgisayar olarak değerlendirmek doğru olacaktır. Bu cihazların sahip olduğu başlıca teknik özelliklere baktığımızda en az Full HD çözünürlükte ekran, dört veya sekiz çekirdekli güçlü işlemci, 2-3 GB RAM; 16, 32, 64 ve hatta 128 GB’ye varan depolama alanı, en az 8 megapiksel ana kamera gibi unsurları görüyoruz. Bu güçlü bileşenler göz alıcı ve ergonomik tasarımla birleşince ortaya değerli ürünler çıkıyor. Biraz da vergi ve diğer ücretlerin de etkisiyle, bunların maliyeti 2000 TL üstünü buluyor.
Bu cihazlar için yüksek meblağları cebinizden çıkarmanız gerekiyor, ancak karşılığında elde ettikleriniz de yadsınamaz. Kaliteli ekranlar sayesinde Full HD çözünürlükteki video klipleri veya filmleri hareket hâlindeyken izleyebilir, ofis dokümanlarınızı açıp düzenleyebilir, e-postalarınızı okuyup cevaplayabilir, fotoğraf veya video çekimiyle en unutulmaz anlarınızı ölümsüzleştirebilir, video konsollarla boy ölçüşecek seviyede oyun deneyimi yaşayabilirsiniz. Kısacası, bu telefonlar sayesinde üst sınıf bir deneyim vadediyor ve hayatınız birçok açıdan değişiyor.
Aslında günümüzde sadece fiziksel ürün için değil, deneyim için de para ödüyorsunuz. Üstelik bazı durumlarda deneyimin kattığı değer çok fazla oluyor. Aslında amiral gemisi niteliğindeki akıllı telefonlar için bu daha geçerli. Gerçekten de akıllı telefonlar için fazla para ödüyor olabiliriz, ancak bunun karşılığında da üstün bir deneyimin beklediğini kabul etmek gerekiyor.
Mesele hakkını vermek. Yaklaşık 10 yıl önce Cem Yılmaz’ın oynadığı OPET reklamında “Arabanın hakkını ver.” diye bir replik vardı. Günümüzün üst sınıf akıllı telefonları için de can alıcı nokta bu; hakkını vermek. Eğer 2000-2500 TL verip karşılığında satın aldığınız akıllı telefona hiçbir uygulama yüklemezseniz, onu hayatınızı farklılaştıracak, kolaylaştıracak hiçbir görev vermezseniz; sadece telefon görüşmeleri, SMS alışverişi gibi standart telefon işlerini gerçekleştirip onu bir hava atma aracı olacak şekilde yanınızda taşırsanız, o zaman hakkını vermiyor, boşa para harcıyorsunuz demektir.
Tam aksine, eğer sunulan birçok uygulama ve oyunla telefonunuzu zenginleştiriyor, ona farklı işlevler yüklüyorsanız, içiniz rahat olsun, verdiğiniz para boşa gitmiyor, kuruşu kuruşuna hakettiği karşılığı buluyor.
